06 Nisan 2008

Kitap Gezdirme

Çoktandır bir kaç işim vardı halletmem gereken. Dün uzunca bir aradan sonra İstanbul'un karadüzen trafiğinin ve bana göre ondan da kara insan selinin ortasına dalmak bahasına, şehrin karşı kıyısına geçtim böylece. Trafik, planlarımı ve biraz da asabımı bozsa da yapmak istediğim işlerin büyük çoğunluğunu hallettim. Hattâ bi simit alıp, martılarla paylaşamasam da bindiğim dolmuş motorunun ta kıç tarafında oturup, pervanenin denize bıraktığı beyaz köpüklerle gözlerimi ve de ruhumu temizlemeyi becerdim. Aslında evden geç çıkmasaydım daha fazla keyif alabilirdim bu kısa İstanbul turundan ama, ne var ki ben işe giderken bile zamanında çıkamıyorum ki evden. İşte bu yüzden dün eşşek kadar bir çalar saat aldım kendime. Bu sabah da zilin gücünün denemesini yapmak için saati kurdum akşamdan...Ve artık işe hiç bir zaman geç kalmayacağımı biliyorum.
Çünkü gördüğüm kadarıyla bilmeden işi garantiye almışım.
Diyelim ki alışacak zamanla kulaklarım (o alârmla sırf ben değil, bütün apartman uyanır ya neyse) ve ben iplemeyeceğim o azman saatin alarmını..
Bu kez de uyanmamın garantörü olarak kaçıkkedimuğur girecek devreye.
Niye? Çünkü sabah saatin alarmı çalmaya başladığında daha 'hadi artık uyanayım ben' demeğe kalmadan o çatlak, son hızıyla -ve tabii büyük patırtı çıkararak- iki kez tur atmıştı bile evin içinde. Onu gördüğümde tehlike anlarının her türlü işaretlerini gösteren bütün bedeni, kabaran tüyleriyle nerdeyse iki katına ulaşmıştı.Yüzündeki ifadeyi anlatmamsa imkansız!...Onun o halini gördüğümden itibaren aralıksız yarım saat katılma düzeyinde gülme krizine girdim. Anlaşılacağı üzere gün evde -en azından benim için- oldukça keyifli başladı.Ve bundan sonra hiç bi yere geç kalmayacağım için de ayrı bir sevinç duymaktayım.

Ne kadar koşturmacayla geçse de ben dünden de çok keyif almıştım. Aslında anlatmak istediğim özü es geçip sözü çok uzattım. Sözün kısası şu ki; ben dün gezdiğim yollar boyunca tanımadığım birine bırakmak üzere elimde bir kitap taşıyordum.Sevdiğim bir dostun yolladığı e-postada yazılanlardan sonra iyice kafama koymuştum aldığım ve zevkle okuduğum bir kitabı bulanın okumasına emanet etmeyi.

Ben kendimce kitap paylaşımı veya emaneti diyorum ama, bu uygulamanın dünyadaki yaygın adı BookCrossing: Bir gün belki bir sinema koltuğunda bir kitap buluyorsunuz ve onu okumak isterseniz alıp okuyor, okuduktan sonra başka bir yerde, belki başka bir şehirde başka bir okura emanet etmek üzere bulduğunuz gibi bırakıyorsunuz. Bence çok özel bir paylaşım yöntemi.

İşte dün planladığım işlerin arasında bu paylaşım denemesi de vardı. Ama banklarda takılma ya da kafelerde oturup bir kahve içme zamanı bırakmadığım için kendime, akşam karanlığında küçük bir parkta, bir bankın üzerine baştan savar gibi bırakmak zorunda kaldım kitabı. Sonra da "kitabınızı unuttunuz" diyen biri çıkar endişesiyle koşa koşa caddenin karşısına geçip, son kalan işimi halletmek için kapatmak üzere olan bir dükkana giriverdim. Dükkâna girdiğimde ağzım kulaklarımdaydı ve içimden beni e-posta yoluyla bu keyifli işe azmettiren dostuma teşekkür etmekteydim.


Özetle dün, yapılması gerekenler listemi kısaltmanın verdiği keyfi yaşadığım bir gün olmasının yanısıra, bu paylaşım hikâyesiyle unutmayacağım çok özel günler tarihime de geçmiş oldu...Ve ben kesinlikle bu özel günleri çoğaltmayı düşünmekteyim.

...................

Not: http://www.bookcrossing.com/





6 yorum:

güvercin postası dedi ki...

miyav/mini öykü

serin nisan gününde elif elif esen rüzgarın sesi yapraklarda hışırdarken,güneş bohçasını toplamış sevdiği adama kaçmaya kararlı köylü kızı gibiydi. işte o anda kadın karar verdi sevgilisini orada, o bankın üzerinde bırakmaya.kalkıp uzaklaşırken sokak kedileriyle göz göze geldi,bu belkide gözün arkada kalmasın demekti sokağın diliyle.

akşam karanlığı ortalığı kaplarken yavaşça soğuyordu havalar. parmakları üşümüş iki sokak çocuğu oturduğu bankta buldular bu kitabı.önce sayfalarını çevirip annesine benzeyen bir kadın resmi aradı küçük olan,oysa bulduğu yalnızca mürekkep kokusuydu. hava git gide soğuyordu,ortalıkta kimsecikler kalmamıştı.topladıkları çalı çırpıyı tutuşturmak için bir kaç sayfasını koparıp yaktılar sevgiliyi...

tuaf bir şey içlerinde mırıldandı o an,bu evsizlerin diliydi.kitabın özü kim bilir.



t.kurt

ayferbilici dedi ki...

Sokaklarda üşüyen bir çocuk olsaydım ve bir kitap bulsaydım ne yapardım diye düşündüm..
okuyamayacağımı bilsem de en azından sıcak bir ocağın dibinde okuduğumu hayal ederdim belki.

Ama sonra, empati olmadı ki bu, dedim.
Öyleyse çocukların değil ama, kitabın yazarının yerinde olsaydım ihtiyaçların önceliği gereği öyle soğuk bir gecede sevgilinin yakılmasını umursamazdım diyerek kendimi rahatlattım..
..
Bu arada bu öykünün özünde sanırım evrenin dili vardı.

Adsız dedi ki...

bu yazıyı okuyunca ve geçmiş yıllarda bu değişimlerden söz edildiğinde, ben ne kadar bencil olduğumu anlamıştım. ben kitap mülkiyetine düşkün biriyim. gerçek bu. kitabımı isteyen olduğunda yeni bir kitap alırım o kişiye yada parasını veririm. ama kitabımı değil. ben onunla çok güzel zamanlar geçiriyorum, arkadaşım gibi. vermiyorum artık ilke edindim.hem korsanları var piyasada- savunduğumdan değil- ama okumak isteyen kütüphaneye de gidebilir peki ala. ben eskiden çok giderdim,güzel zamanlar geçirirdim.. yok lütfen ısrar etmeyin, bırakamam, veremem kitaplarımı.tanrım ne bencilim değil mi,bu bir..adlandıramıyorum. kötüyüm ben ya:))
sevgilerimle,

ayferbilici dedi ki...

O halde ben de kötüyüm:)
Yine de bazı şeyleri paylaşmak istediğimiz bazı insanlar olur. Onlara bazen nerdeyse zorla veririz okusunlar diye en samimi olduğumuz kitabı. Tavsiye etsek de alıp okumazlar diye korkarız.. Bizim bulduklarımızı onlar da bulsun, bizim gördüklerimizi onlar da görsün isteriz çünkü.

Tanımadıklarımla paylaşma işine gelince zevkle, ilgiyle okudum onu, ama kesinlikle samimi olmadım. Hem beraberliğimiz fazla da uzun sürmemişti:)Böyle olunca kolay oldu tabii. Hem çook ta büyük keyif oldu benim için.
Israr etmiicem ama alacağın keyf için değer diyorum.

Benim de sevgilerimle.

Adsız dedi ki...

....
satırlarını okurken çalıştığım yıllardaki eski ben! geldi aklıma...
çalar saatler, servisi kaçırmalar, koşuşturmalar...
satırlarını zevkle adeta yalayıp yuttum, en tatlı yeri de motorun arkası,dalgalar,simit ve martılarındı...
kıskandım...
dostunuz keny@lı buradaydı...her zamanki gibi...

mutlu baharlar...

ayferbilici dedi ki...

Mesaide mümkün olursa, dışarı göz atarım. Bir kaç dakika...dışardaki insanları izlerim. Eğer isterlerse hemen o saat sahildeki bir banka oturabileceklerini, yağmurlar yağdığında istedikleri zaman yürüyebileceklerini,ya da yazın bazılarının denizde doyasıya yüzdüklerini düşünür..kıskanırım:)

Biliyor musun çok sevindim geldiğine..
Mutlu baharlar Keny@lı.
Sevgiler.