16 Temmuz 2010

Sorularım kurcalanıyor

İçinde bulunduğum durum ve yaşantılarımın dönüp durduğu çember işte buydu: Bir taraftan yoğun acılarla yaşamak, diğer taraftan ise acılardan kurtulmak için yazgıyla uyum içinde, bilinçli bir çabalayış. Bilincimin belki de bilincimden gelen seslerden ilkinin kararıydı bu. İkinci ses ise, daha sessiz ama daha derin ve daha kalıcı yankılarla, ayrımlı bir yönden yaklaşıyordu duruma.


(....)Bu ikinci ise, acı çekmenin tatlı yönlerinin, onun gerekliliğinin şarkısını söylüyor; acının üstesinden gelmek ya da onu yok etmek istemiyor, tersine, acıda derinleşmek, onu canlı kılmaktan söz ediyordu.


Sözlere dönüştürdüğümüzde, şöyle diyordu ilk ses kabaca: Acı acıdır, bu konuda pazarlığa gerek yok. Acıyla acı çekilir. Acının üstesinden gelebilecek güçler vardır. Öyleyse ara bu güçleri, onlara özen göster, onları deneyimle, kendini onlarla donat! Ama eğer sonsuza değin sürekli acı çekmek istiyorsan, o zaman sen bir delisin, iradesizin birisin.


Kabaca çevirdiğimizde şöyle diyordu ikinci ses: “ Acı yalnızca acı verir, çünkü sen ondan korkuyorsun. Acı onu büyüttüğün için acı verir. Ondan kaçtığın için ardından gelir. Kaçmamalısın, gözünde büyütmemelisin , korkmamalısın. Sevmelisin. İç dünyanın derinliklerinde çok iyi biliyorsun ki, yalnızca tek bir büyü, tek bir güç, tek bir kurtuluş ve tek bir mutluluk vardır ve ona da 'sevmek' denir. Öyleyse sev acıyı! Ona karşı koyma, ondan kaçma! Tadına bak, içinin ne denli tatlı olduğunu göreceksin, kendini ona ver, karşı koyma ona! Acı veren, yalnızca senin karşı koyuşundur, başka bir şey değil. Acı acı değildir, ölüm de ölüm, eğer sen onları acı ve ölüme dönüştürmezsen.
Hermann Hesse-BOZKIR KURDU'NUN DÜŞ YOLCULUKLARI /Bir parça anı Defteri (sf.169-170)Remzi Kitabevi 



Hesse sorularımı cesaretlendirip, onlara ışık tutmakta.

Ama , cevabı bilene değin sürmeli sorular.


                                        Orijinal Foto: Martin Harvey

8 yorum:

Arzu Sarıyer dedi ki...

Sevgili Lodoscu,"acıyı sevmek" sanırım acı ile başetmenin en önemli yönü.Ama her zaman bunu yapamıyoruz,kaçıyoruz...yakalayıncada yine acılar...
Selam ve sevgilerimle.

ayferbilici dedi ki...

Onun varlığının sebebini sevsek önce, acının tatlı denen tadını alabilir miyiz dersin sevgili arkadaşım. O zaman da ondan kaçmayı ister miydik?

Acının varlığıyla büyürken, büyüdüğünü bilmek
ve acıyı
ve kaynağını
sevebilmeyi bilmek..
Biz de yapabilirmişiz gibi geliyor.

Selamlar ve sevgiler sevgili arkadaşım.

gülsen VAROL dedi ki...

hiç bir şey anlamadım!! bağışla beni... aptallığıma ver... duygusuz kabul et..
Baktım gözler okuyor sadece, ama anlamayan bir beyin!! ..vazgeçtim.
sonra yine gelirim sevgili lodoscum..

ayferbilici dedi ki...

Aslında kitabı okursanız eminim beğenirsiniz de:)
Her sözüne katılmasam da okumaya doyamadığım kitaplardandır.

gül dedi ki...

Sevgi duygusuna sahipsek herşeyi sevmeye olduğu gibi kabullenmeye hoşgörüye hazırız diye düşünüyorum..
Acı ise kalan insan yanımız ,acı cekmeyen bir insan düşünemiyorum şu yada bu aynısı olmasada hep bir yerlerde payımıza düşeni yaşıyoruz..
şimdi gideyim payıma düşünin kalanın yaşamaya :)
Sevgiler sevgili Lodoscu ( ne güzel bir nik )
güzel serin bir akşam diliyorum sana :)

ayferbilici dedi ki...

Kıyamam:) İlle de kabulleneceksek payımıza düşenleri, önce onları hafifletsek diyorum..onları sevsek, sevebilsek. Acı çekmeyi sevmek değil ama, dediğin gibi payımıza düşeni, nedenini, kaynağını sevsek...

Bu sıcaklarda doğru dürüst düşünemiyorum.
Ama bazen çözüm için düşünmek tek şart değil neyse ki.

Geçen bir gün lodoscuyu neden aldığımı düşündüm..iki nedeni vardı. Sözlük anlamı ve "benim için" olan anlamı. İlk anlamını düşününce vazgeç, kapat sayfayı diyorum..ikincisini düşününce olmuyor..bu sayfa belki ömür boyu sürecek. Güzel bulmana sevindim. Çok sevindim:)

Ben de sana püfür püfür bir Ağustos diliyorum..
Sevgiler, sevgili sakin Gül:)

ayferbilici dedi ki...

Yazar, bilinç ile bilinçaltının her ikisinin de karşı sulara duyduğu özlemden yola çıkarak, sağduyunun elini bırakmadan karşı kıyıya geçmesini fısıldıyor okuruna. Uzlaşmaktan söz ediyor; söz dinlemekten. Elinden gidenin yok olmayışından. Her şeyin sonunda başka bir giysiye bürünerek, soyut bir imgeye dönüşeceğinden söz ediyor..Özetle acılarla yaşadığımız bu dünyada her şeyin Kaynağına bağladığı bilinçaltı ve dünyalı bilincin çelişkili ama çelişkili olduğu kadar da birbirini dengeleyen seslerini dinletiyor bize.

Diğer tarafta..kaybettiği bir canının gidişini asla kanıksamayan, kanıksama bir tarafa bunun düşüncesine dahi katlanamayan biri sekiz yıl önce yaşadığı ayrılığa daha iki gün önce yine ağlamıştır. Çünkü onu özlemiştir. Çünkü onun yokluğunun yarası hala duruyordur.(buraya dikkat lütfen İlhan, burada çelişkinin âlâsını görüyorsun çünkü:))
Bir de belki eline hiç geçmeyecek olanı vardır, hiç olmayan ve hiç olmayacak olanı. Hiç duymadığı ve duymayacağı kokusunu özlediği. Her ikisi de yaradır. Biri yani var olan, yanından gittiği için diğeri hiç olmadığı için. Kırgındır yara sahibi her iki halde de. Hiçliğe mi? yokluğa mı? Varlığa mı? Kendine mi? Bunu sorar durur kendine. Sonra yorulur sormaktan, cevap vermeye karar verir. Çünkü artık KENDİNE kırgın olduğunu fark etmiştir. Çünkü yıllarca sadece kendini koymuştur merkeze. Yaratılış onun ekseninde dönüyor sanıyordur. Bilinci, egosu artık her nesiyse her şeyin kendisi için var olduğunu düşünmek istiyordur. Oysa onun sahibi olduğu hiç bir şey yoktur bu kainatta. Çünkü tek bir şeyin dahi sahibi olmayacaktır insan. Yalnızdır o. Ve o yaralarıyla birlikte yaşamak zorundadır. Ya onların üzerini sevgi kabuğuyla kapatacaktır ya da her daim açık kalacaktır yara. Seçim bizimdir! Her şeyin dönüştüğünü, her şeyin dönüşmek, değişmek üzere yaratıldığını kabullenmekten...hayır! önce ANLAMAKTAN geçiyor bence meseleyi anlamak. Anladıktan sonrası daha kolay sanırım. Kabullenmek işte burada giriyor devreye.

(Şu çelişki parantezini açmadan kapatmışım konuyu. Ekleme yapmak zorundayım, çelişkiye denge kazandırmak için:)
Acıyı biz de var etsek gerçek Var edici de var etse sonuç aynı..acı acıdır. Yaşanacaktır. Hattâ sonuna kadar yaşanmalıdır. Ama mümkünse fazla tekrara düşmeden ama ille de görülecekse dibini görecek kadar! yaşanmalıdır. Sonra...yürümeye devam etmeli. Başka çaresi yok. Her acıyı unutmak mümkün değil. (Zaten aslında biz en hafif yarayı bile kapandı sanıp, yanılırız.) Yarayı kapatmalıyız diyemem bu yüzden ama yine de kabuklandırabilmeliyiz onu; ruha bağlanan bir taç yaprağı gibi koparmadan. Neden sevgiyle? Bu konu becerebilirsem, bir gün bir yazımın konusu olsun diyorum...

Sevgili arkadaşım..serbest bırakırsam dilimi, bildiğimi direkt anlatmak gibi sert bir huyum var benim. Bunu kırmak için çoğunlukla tüllerin ardına gizlenir sözlerim. O zaman da anlatmak çok zor olur maalesef kendimi. Şimdiyse mecburen direkt ve açıktan ve tam benden yazdım her sözümü. Yanlışım olduysa bağışla olur mu..

Sevgilerimle.

ayferbilici dedi ki...

Doğrular veya yanlışlar yok bence..olsa olsa çelişkidir onlar.
Ve onları kırpıp kırpıp..yavaş yavaş....kendime huzur yapacağım ben:)